Kemal'in Dünyası
  GÖKYÜZÜ HABERLERİ
 

BİLİMADAMLARI EVRENİN HARİTASINI ÇIKARDI
DÜNYA

  
Gökbilimciler, Avustralya’daki bir robot teleskop yardımıyla ilk kez Evren'in haritasını çıkardı. New York Times Gazetesi'nin haberine göre, hesaplamalar, milyarlarca ışıkyılı genişliğindeki alanlara yayılmış 100.000 galaksi arasındaki mesafelerin ölçülmesi yoluyla yapıldı.

Ölçümler, özellikle Dünya ile onun dahil bulunduğu Samanyolu Galaksisi'nin yer aldığı kesimi kapsıyor. Haritaya göre galaksiler, ıssız boş alanlar arasında yakılmış kamp ateşleri gibi görünüyor.

Uzmanlar, galaksi topluluklarını "kozmik kıtalar" olarak nitelendiriyor. Şimdiye kadar yapılan araştırmalarda birkaç galaksinin dışındaki alanları görmek mümkün olamıyordu. Gelecekte yapılacak daha geniş kapsamlı haritaların, daha geniş alanların görülmesine olanak vereceği belirtiliyor.

Haritanın, şimdiye kadar yapılan bilgisayar benzetimlemelerini doğrular veriler içerdiği de belirlendi. Bunlar arasında, "milyarlarca yıldan beri karşılıklı çekim esasına dayanarak dönen gökcisimlerinin Evren'e bugünkü şeklini verdiği ve telkari denilen tarzda oluşumlar meydana getirdiği" görüşü de bulunuyor.

Edinburgh Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. John Peacock, "Evren'deki dev yapıların, Ay’ın Dünya çevresinde dönmesine imkân veren karşılıklı çekim kanununa uygun biçimde oluştuklarını" anlattı.

Dr. Karl Galzebrook da, yaptıkları işi şöyle tarif etti: "Sanki bir yerde oturuyorsunuz ve çevrenizde gördüğünüz her cisimle aranızdaki mesafeyi ölçüyorsunuz, ancak o gördüğünüz cisimlere gidemiyorsunuz."

2dF Projesi'nin ilk aşamasında 250.000 galaksinin haritaya dahil edildiği, "Sloan Dijital Gök İncelemesi" adı verilen ikinci aşamada ise bu sayının 100 milyon gökcismine çıkartılacağı ifade edildi. Bunların içinde yer alacak galaksi sayısı ise bir milyon.




GÜNEŞ SİSTEMİ HAKKINDA GİRİŞ

GÜNEŞ VE GÜNEŞ SİSTEMİ
Güneş ve Güneş Sistemi Evren’in bir parçasıdır.
Güneş, Dünya’daki canlıların yaşam kaynağıdır. Güneş enerjisinin atmosferde ve yeryüzünde ısıya dönüşmesiyle canlıların yaşaması için gerekli olan sıcaklık sağlanır.
Güneş, Dünya’nın yaklaşık 1 milyon katı büyüklüğündedir. Güneş’in çapı Dünya’nın çapının yaklaşık 109 katıdır. Ancak Dünya’dan gökyüzüne bakıldığında Güneş çok küçük görünür. Bunun sebebi Güneşin Dünya’dan çok uzakta olmasıdır.
Merkezinde Güneş’in ve onun etrafında belirli yörüngelerde hareket eden gezegenlerin, uyduların, kuyruklu yıldızların bulunduğu gök cisimleri topluluğuna Güneş Sistemi denir. Güneş Sistemi, Samanyolu gök adasının merkezinden dışa doğru açılan sarmal kollarından biri olan Avcı-Oryon kolunda bulunur.
Güneş Sisteminde dokuz tane gezegen vardır. Gezegenlerin Güneşe olan uzaklıkları Astronomi Birimi (AB) adı verilen bir uzaklık birimi ile ifade edilir.

Bir astronomi birimi: Dünya ile Güneş arasındaki uzaklığa eşittir.
Dünya’nın Güneş’e olan uzaklığı 149,5 milyon km olduğundan, bir astronomi birimi 149,5 milyon km’dir.
İki gök cismi arasındaki uzaklığı kilometre ile ifade etmek bazen yetersiz kalır. Bunun yerine ışık yılı birimi kullanılır. Bir ışık yılı, ışığın bir yılda aldığı mesafedir. Bir ışık yılı yaklaşık 9,46 x 1012 km’dir. Güneş’e en yakın yıldız; 4,2 ışık yılı uzaklıktadır. Işık yılı bir zaman birimi değil, uzaklık ölçüsü birimidir.

Gezegenler ve Uyduları
Güneş Sistemi’nde yer alan gezegenler ve onların çevresinde hareket eden uydular birer gök cismidir.
GEZEGENLERİN ÖZELLİKLERİ
Kendilerine ait ısı ve ışıkları yoktur yıldızlardan aldıkları ısı ve ışığı yansıtırlar.
Işıkları kesintisizdir. Işıkları donuk görünür, titreşmez.
Yıldızlardan daha küçük ve daha soğukturlar.
Gökyüzündeki konumları değişkendir. (Güneş çevresindeki hareketlerinden dolayı gökyüzünde bulundukları konumları zamanla değişir.)
Gökyüzünde küre olarak görülürler (Dünya’ya yakın oldukları için geceleri gökyüzünde yuvarlak bir disk şeklinde görünürler.)
Güneş sisteminde sekiz tane gezegen vardır. Bunlar Güneş’e yakınlık durumuna göre; Merkür, Venüs, Dünya, Mars, Jüpiter, Satürn, Uranüs ve Neptün’dür.
*Merkür, Venüs, Dünya, Mars iç gezegen olarak bilinirken, diğerleri ise dış gezegen olarak bilinir. Gezegenlerin bazıları çıplak gözle görülebilir
Not:.
24 Ağustos 2006 tarihinden önce plüton denilen bir gezegen de mevcuttu.Bu gezegen Güneş sistemindeki en küçük ve sonuncu gezegendir.Fakat 24 Ağustos 2006 tarihinde uluslar arası Gökbilim Birliğinin (IAU) Prag’da yaptığı toplantıda plüton, gezegen sınıfından çıkarılarak “Cüce Gezegen” sınıfına alınmıştır

Merkür
Güneş’e en yakın gezegendir.
Güneş Sistemi’nin en küçük ikinci gezegenidir.
Yüzeyi yoğun bir biçimde kraterlidir.
Kendi etrafında çok yavaş döndüğünden, gece ve gündüz arasındaki sıcaklık farkı çok fazladır.
Uydusu ve halkası yoktur.
Ve n üs
Güneşe en yakın ikinci gezegendir.
Güneş Sistemi’nin altıncı büyük gezegenidir.
Dünya ile yaklaşık aynı büyüklükte olduğundan Dünya’nın ikizi olarak adlandırılır.
Atmosferindeki yoğun karbondioksit yüzünden sera etkisi çok etkilidir.
Gökyüzünde çok güzel göründüğünden Aşk Tanrısı olarak da adlandırılır.
Uydusu ve halkası yoktur.
Dünya
Güneş’e en yakın üçüncü gezegendir. • Güneş Sistemi’nin beşinci büyük gezegenidir.
Canlıların yaşadığı bilinen tek gezegendir.
Yüzeyinin üçte ikisi suyla kaplıdır. Ayrıca dağlar, denizler, vadiler ve aktif volkanlar bulunur.
1 tane uydusu vardır, halkası yoktur.
Ay, Dünya’nın tek uydusudur. Ay, kendi ekseni ve Dünya’nın çevresindeki dönüşünü 27,3 günde tamamlar. Bu nedenle Ayın hep aynı yüzü Dünya’mıza dönüktür. Kuzey Kutbu’ndan bakıldığında, Dünya’nın ve Ayın kendi eksenleri etrafındaki dönüşleri saatin ters yönündedir.
Ayın kütlesi, Dünya’nın kütlesinin yaklaşık seksende biri kadardır. Dünya’nın ve Ay’ın birbirleri üzerinde kütle çekim kuvveti etkileri vardır. Dolayısıyla Ay’ın Dünya’nın etrafındaki dönüşü sırasında, Dünya’nın Aya bakan yüzündeki çekim etkisi, o sırada arkada kalan yüzüne göre daha fazladır. Bu çekim karalar üzerinde fark edilebilir, fakat fazla etkili olamaz. Okyanuslar ve denizler Ay’a doğru bir miktar yükselir. Bu olay gelgit olarak adlandırılır. Günde iki kez gelgit hareketleri meydana gelir.
Mars
Güneşe uzaklığı bakımından dördüncü gezegendir.
Güneş Sisteminin üçüncü küçük gezegenidir.
Kırmızı Gezegen adıyla da bilinir.
Yüzey şekilleri Dünya’dan teleskopla görülebilir.
2 tane uydusu vardır, halkası yoktur.
Jüpiter
Güneşe uzaklığı bakımından beşinci gezegendir.
Güneş Sistemindeki en büyük gezegendir.
Geceleri açık havada teleskopla gözlene bilir.
Üzerinde hiç kara parçası yoktur ve çok sıcaktır.
Etrafında toz ve taş parçalarından oluşmuş ince, karanlık bir halka bulunmaktadır.
16 tane uydusu vardır. En büyük uydusu Ganimed’dir.
Satürn
Güneş’e uzaklığı bakımından altıncı gezegendir.
Güneş Sistemindeki en büyük ikinci gezegendir.
Gezegende sıcaklık, yaşamaya izin vermeyecek kadar düşüktür.
Etrafında gaz, buz ve kaya parçalarından oluşan halkalar bulunur.
17 tane uydusu vardır. En büyük uydusu Titan’dır.
Uranüs
Güneşe üzaklığı bakımından yedinci gezegendir.
Güneş Sistemindeki üçüncü büyük gezegendir.
Güneş çevresindeki yörüngesinde, yuvarlanan bir varil gibi yan yatmış olarak döner.
Zehirli gazlardan oluşmuş atmosferi, yaşam için kesinlikle uygun değildir.
5 tane uydusu, 11 tane halkası vardır.
Neptün
Güneş’e uzaklığı bakımından sekizinci gezegendir.
Güneş Sistemi’ndeki son dev gezegendir.
Açık yeşil renkte görülür.
Uranüs’ün ikizi gibidir.
8 tane uydusu vardır. Halkası yoktur. En büyük uydusu Triton’dur.
Plüton
Güneşe en uzak gezegendir.
Güneş Sistemindeki en küçük gezegendir.
Büyük çoğunluğu donmuş gazlardan oluşmuştur.
Charon (Şaron) adında bir uydusu vardır.

Güneş Bulutsusu

Güneş Sistemi'ni oluşturaİçinde yaşadığımız Evren'i tanıma çabamız, binlerce yıldan bu yana sürüyor. Günümüzde, en modern teleskoplar sayesinde, Evren'in en uzak köşelerini, milyarlarca ışık yılı ötedeki gökadaları görebiliyoruz. Oysa, Evren'de küçücük bir nokta gibi kalan, içinde yaşadığımız Güneş Sistemi'miz hâlâ gizemlerle dolu.

Uzay Çağı'nın başlangıcından bu yana yapılan çalışmaların büyük bölümü, Güneş Sistemi'ni keşfetmek içindi. Bugün, gerek bu çalışmalara gerekse çevremizdeki başka olası gezegen sistemlerine bakarak Güneş Sistemi'mizin oluşum öyküsünü anlatabiliyoruz.

Güneş Sistemi'nin bir bulutsudan oluştuğu düşüncesini, aynı zamanda bir fizikçi de olan Prusyalı filozof, Immanuel Kant ortaya attı. Kant, ilkel Evren'in ince bir gazla dolu olduğunu canlandırdı düşüncesinde. Başlangıçta homojen dağılmış bu gazda, doğal olarak zamanla bir takım kararsızlıklar ortaya çıkmalıydı. Bu kütleçekimsel kararsızlıklar, kütlelerin birbirini çekmesine, dolayısıyla da gazın belli bölgelerde topaklaşmaya başlamasına yol açacaktı. Peki, bu topaklar neden disk biçimini alıyordu?

Kant, bunu da çözdü. Başlangıçta çok yavaş dönmekte olan gaz topakları, sıkıştıkça hızlanıyordu. Bu, çok temel bir fizik ilkesine, "Momentumun Korunumu İlkesi" ne dayanır. Bu ilke, genellikle bir buz patencisi örneğiyle açıklanır: Kolları açık, kendi çevresinde dönen buz patencisi, kollarını kapadığında hızlanır.

Benzer olarak, kütleçekiminin etkisiyle sıkışmaya başlayan gazlar da giderek hızlanır. Dönmenin etkisi gaz topağının incelerek bir disk biçimini almasını sağlar. İşte, bu disklerden birisi Güneş Sistemi'mizi oluşturmuştur.

Kant'ın bu düşüncesi, daha sonra birçok gökbilimci tarafından kabul gördü; ancak, herhangi bir yıldızın çevresinde böyle bir oluşum gözlenemediği için, 1980'lere değin bu düşünce, bir varsayım olarak kaldı, kanıtlanamadı. Sonra, gökbilimciler, T Boğa türü yıldızların, yaklaşık üçte birinin, normalin çok üzerinde kızılötesi ışınım yaydığını keşfettiler.

Yıldızın etrafındaki toz bulutu, yıldızın yaydığı kısa dalgaboylu ışınımı soğuruyor; sonra daha uzun dalga boyunda, yani kızılötesi ve radyo dalga boylarında ışınım yayıyordu.

Birkaç yıl sonra, gökbilimciler bazı yıldız oluşum bölgelerine radyo teleskoplarla baktıklarında yıldızların etrafındaki karanlık, toz içeren diskleri doğrudan görebildiler. Hubble Uzay Teleskopu'nun keskin gözleriyle yapılan gözlemlerde, 1600 ışık yılı uzaklıktaki Orion Bulutsusu'ndaki yıldız oluşum bölgeleri incelendi. Böylece, genç yıldızların etrafındaki gaz ve toz diskleri ilk kez görünür dalgaboyunda görüntülenmiş oldu.

n madde, çok büyük oranda, 12-16 milyar yıl önce gerçekleşen Büyük Patlama'nın ürünü olan hidrojen ve helyumdan meydana gelmişti. Bugün, Evren'e baktığımızda, bazı elementlerin çok, bazılarınınsa pek az miktarlarda bulunduğunu görüyoruz. En yaygın element hidrojen, tüm gökadaların ve yıldızların dörtte üçünü oluşturuyor. İkinci baskın element olan helyumla birlikte hidrojen, Evren'deki maddenin % 98'ini oluşturuyor. Öteki tüm elementlerse sadece % 2 oranında bulunuyorlar.

Bugün, Güneş Sistemi'ni oluşturan bulutsudan geriye pek birşey kalmadı. Bu maddenin bir bölümü gezegenleri, asteroidleri ya da kuyrukluyıldızları oluşturdu. Kalanını, ya Güneş yuttu ya da Güneş ışınlarının yarattığı basınçla yıldızlararası ortama itildi. Ancak, bulutsudan kalan maddenin korunduğu çok iyi yerler var: Kuyrukluyıldızlar.

Bu gökcisimleri, küçük olmaları ve çoğu zaman Güneş'ten çok uzakta yeralmaları sayesinde, oluştukları andaki maddeyi bozulmamış halde saklıyorlar. Henüz, bir kuyrukluyıldızı doğrudan inceleme fırsatı olamadı; ancak, onlardan kopup gelen bazı parçalar laboratuvarlarda incelenebiliyor.

Gezegenleri, göktaşlarını ve kuyrukluyıldızları oluşturan diskten artakalan parçacıkların bir bölümü, atmosferin üst katmanlarından özel uçaklarla toplanabiliyor. Bir elektron mikroskobuyla incelendiklerinde, bu parçacıkların bazı minerallerden ve organik bileşiklerden oluştukları görülüyor. Kozmik toz parçalarının çoğu hemen hemen aynı büyüklükte, 0,1 mikron çapındadır. Bu toz parçaları, 4,5 milyar yıl önce, Güneş Sistemi'ni oluşturan bulutsudan arta kalmıştır.

Gezegenler oluşmadan önce, Güneş'i çevreleyen disk, merkeze, yani Güneş'e yakın yerlerde çok sıcak; kenarlardaysa çok soğuktu. Çünkü, Güneş'in güçlü ışınımı, bulutsunun ona yakın katmanlarının çok ısınmasına yol açıyordu. Bunun yanı sıra, Güneş'in kütleçekimi sayesinde, diskin merkezine yakın katmanları, daha yoğun ve kalındı.

Bu bölgelerdeki sıcaklık, gezegenlerin oluşumu sırasında, suyun buz halinde katılaşmasını engelliyordu. Burada yoğunlaşan maddenin çoğu, silikatlardan ve öteki ağır minerallerden oluşuyordu. İşte bu mineraller, karasal gezegenleri oluşturdular.

Sıcaklık, diskin kenarlarına doğru ilerledikçe düşüyordu. Burada, su katı halde bulunabiliyordu. Su ve gaz moleküllerini içeren "kar taneleri" de dev gezegenleri oluşturdu. En dışta yeralan en soğuk bölgede yoğunlaşan madde, tamamıyla katı haldeydi ve çok dağınık halde bulunduğundan bir gezegeni oluşturabilecek topaklanmayı sağlayamadı. Bunun yerine, çok sayıda, gezegenlere oranla küçük gezegenimsi göktaşları oluştu.

Bu göktaşları, yani kuyrukluyıldız çekirdeklerinin bulunduğu bölgeye Kuiper Kuşağı deniyor. Güneş'i çevreleyen diskin topaklaşarak gezegenleri, göktaşlarını ve kuyrukluyıldızları oluşturması, Güneş'in yaşam süresiyle karşılaştırdığımızda çok kısa bir süre, sadece 10 milyon yıl aldı. 

Karasal Gezegenler

Karasal (kayasal) gezegenlerin, sadece, bulutsudaki toz parçacıklarının bir araya gelerek oluştuğunu söylemek pek yeterli olmaz. İç Güneş Sistemi'nde, günümüze değin kalmış göktaşları büyük oranda kondritlerden oluşur. Kondritlerin büyük bölümü, asteroidlerin çarpışmasıyla gezegenlerarası boşluğa saçılan parçalardır. 

Kondritler, kondrül denen küresel biçimli küçük parçacıkların bir araya gelmesiyle oluşmuştur. Kondrüler, başlangıçta 1500-1900 kelvin'i bulan sıcaklıklarda oluştular. Soğuyarak katılaştıklarında, onları şimdi gördüğümüz gibi, bir araya gelmemişlerdi; damla biçimleriyle Güneş'in çevresinde dönüyorlardı.

Yüz yılı aşan bir süre önce, mikroskopuyla göktaşlarını inceleyen Henry Cliffton Sorby adlı bir bilim adamı, kondritlerin, yağmur damlasına benzeyen camsı parçacıkların bir araya gelerek oluşturduğu taşlar olduğunu söyledi. Sorby, aynı zamanda, bu göktaşlarının gezegenlerin oluşumundan artakalan madde olduklarını da öne sürdü. O zaman için oldukça iyi bir yaklaşımdı bu.

Daha sonra, kondrülleri laboratuvar fırınlarında yapma deneyleri gösterdi ki bunların göktaşlarındaki özelliklerini kazanmaları için, bir saatten kısa sürede soğumaları gerekiyor. Bu, kondrüllerin bulutsunun merkezi yakınlarındaki yüksek sıcaklıkta eridiği düşüncesinin doğru olmadığını gösteriyor. Çünkü, bu bölgede, bir saat gibi kısa bir sürede soğumaları olası değil.

Bu, ancak, diskin iç bölgelerinin, birtakım yüksek enerjili olaylarla daha dışarıda kalan katmanları etkilemesiyle açıklanabilir. Bu tür yüksek enerjili atmaların doğası hakkında pek bir şey bilinmiyor; aslında, gerçek olup olamayacakları da...

Kondrüller ve toz parçalarının nasıl olup da bir araya gelerek kondritleri oluşturmaya başladığı pek de iyi anlaşılmış değildir. Çünkü, bu küçük cisimler arasındaki kütleçekimi, birbirlerine yapışmalarını sağlayacak kadar güçlü olamaz. Saniyede bir metrelik hızla çarpışan parçacıklar, birbirlerine Van der Waals çekiminin (elektrostatik yüklerin neden olduğu kısa menzilli kuvvet) etkisiyle yapışabilirler. 

Ancak, sadece Van der Waals kuvvetleri, bulutsunun çalkantılı ortamında çarpışarak birleşen bu parçacıkları bir
arada tutamaz. Nasıl olduğu tam olarak anlaşılmış olmasa da herkes, gezegenlerin bir şekilde bu parçacıkların birleşmesiyle oluştuğundan emin.
Bu topaklanmalar sonucu, birkaç cm çapa ulaşan parçalar, artık ortamdaki çalkantılardan daha az etkilenirler.

Yörüngede dolanan katı bir cisim, (bir parça kondrit gibi) Güneş'in kütleçekimi sayesinde dengede kalır. Ancak ortamda bir miktar gaz varsa, bu gaz, cismin hızının azalmasına ve sarmal bir yol izleyerek Güneş'e doğru yakınlaşmasını sağlar. Yani, cisim, çapı giderek küçülen bir yörünge izler.

Merkeze doğru ilerleyen kondrit parçaları, buralarda birikirler ve bir araya gelerek büyürler. Bu tür bir cisim, yaklaşık bir kilometrelik çapa ulaşınca, artık gaz direnci onun üzerindeki etkisini kaybetmeye başlar ve cisim hemen hemen sabit bir yörüngede kalır. Yaklaşık bu boyuta ulaşan gökcisimlerine "gezegenimsi" denir.

Yeni oluşmakta olan bir gezegen sisteminde, benzer boyutlarda çok sayıda gezegenimsi bulunur. Yörüngeleri, birbirlerine göre az ya da çok farklı olacağından, birbirlerinden farklı hızlarda hereket ederler. Birbirlerine yakın yörüngede olanlar, yakın hızlarla hareket ederler ve kütleçekimleri birbirlerini etkiler. Kütleçekimi, yörüngelerde küçük sapmalara neden olur ve bu da çarpışmalara yol açabilir.

Eğer çarpışma yeterince yavaş gerçekleşirse, iki kütle birleşir ve daha büyük bir gezegenimsi ortaya çıkar. Çarpışmalar sürdükçe cisim büyür. Eğer, çarpışma hızlı gerçekleşirse, her iki cisim de dağılabilir.

Bilim adamları, bir sistemdeki gezegen oluşumunun ne kadar süreceğini, bilgisayar yardımıyla hesaplamaya çalışıyorlar. Yaptıkları hesaba göre, gezegenimsiler oluştuktan yaklaşık 20 bin yıl sonra Ay boyutunda yüzlerce cisim ortaya çıkıyor.

Gezegenlerin hemen hemen tam boyutlarına ulaşmalarıysa yaklaşık 10 milyon yıl alıyor. Kalan gezegenimsilerse sonraki 10 milyon yıl içerisinde gezegenlerce yutuluyor. Bu çarpışmalar nedeniyle, gezegenler oluşumlarının ilk dönemlerinde sürekli etkin kalıyorlar.

Asteroid Kuşağı

Karasal gezegenlerle dev gezegenler arasındaki bölgede Asteroid Kuşağı yer alır.
Burada, bir gezegen olarak nitelendirilebilecek kadar büyük bir gökcismi yoktur; kuşağın toplam kütlesi, Ay'ınkinden küçüktür.
Güneş Sistemi'ndeki gezegenlerin dağılımına baktığımızda, bir düzen olduğu fark edilir.

Her gezegenin yörüngesi, bir içtekinden %75 geniştir. Bu düzene göre, Asteroid Kuşağı'nın yerinde de bir gezegen olması gerekirdi. Peki, bu gezegene ne oldu? Bu konuda kesin bir kanıt olamamakla birlikte, bazı gezegenbilimcilere göre, bir zamanlar burada oluşmakta olan bir gezegen Jüpiter'in çok güçlü kütleçekiminin etkisiyle parçalandı. Ya da, buradaki gezegenimsiler hiçbir zaman bir araya gelerek gezegen oluşturamadılar.

Kuşakta bulunan asteroidlerin toplam kütlesinin az olması, Jüpiter'in ya da birbirlerinin kütleçekimlerinin etkisiyle yörüngelerinden çıktığı düşüncesini destekliyor. Yörüngeden ayrılan cisimler, ya Güneş'in çevresinde başka bir yörüngeye oturuyorlar ya da Güneş ya da dev gezegenler tarafından yutuluyorlar. Zaman zaman, karasal gezegenlerle de çarpışabiliyorlar.

Dev Gezegenler

Güneş bulutsusunun dış katmanları, iç katmanların aksine suyun katı halde bulunabilmesine olanak tanımıştı. Bu ikinci bölgede, kar taneleri, iç bölgelere oranla 10 kez fazlaydı. Gaz moleküllerinin bu bölgede çok daha fazla olması nedeniyle, kuşkusuz burada oluşacak gezegenlerin kimyasal bileşimleri de karasal gezegenlerden çok farklı olmalıydı.

Suyun ana bileşenlerinden oksijen Güneş Sistemi'nde magnezyum, silisyum ve demir gibi karasal gezegenleri oluşturan elementlerden çok daha fazladır. Bu da dev gezegenlerde bol miktarlarda su bulunması gerektiğini düşündürüyor.

Ne var ki, en büyük gezegenler Jüpiter ve Satürn, beklendiği gibi ağırlıklı olarak sudan değil, büyük oranda hidrojen ve helyumdan oluşuyor. Yani, bu gezegenlerin bileşimi, Güneş'inkiyle benzerlik gösteriyor. Jüpiter ve Satürn'ün bileşimleri, saf hidrojen ve helyumdan oluşmuş kar taneleri sayesinde oluşmuş olamaz. Çünkü, gezegenlerin oluşumları sırasında, ortam bu gazların yoğunlaşabilmesi için fazla sıcaktı.

Jüpiter ve Satürn, kütlelerinin önemli bir bölümünü, doğrudan bulutsudan almış olmalılar.Yani, karasal gezegenler gibi, toz ve buzdan oluşmuş çekirdekleri, yeterli kütleye ulaştığında, bulutsudaki gazı kütleçekimleriyle,toplamış olabilirler.Jüpiter ve Satürn'ün hidrojen ve helyum ağırlıklı bileşimlerine karşılık, Uranüs ve Neptün çoğunlukla katı halde bulunabilen gazlardan oluşur: Su, amonyak ve metan. Ayrıca, dış katmanlarda hidrojen ve helyum bulunur. Gezegenlerin çekirdeğiyse kaya ve demirden oluşur.

Uydular

Uyduların oluşumuyla ilgili en popüler modellerden birisi şöyle: Dev gezegenler, yoğunlaşmanın etkisiyle başlangıçta çok sıcaktı. Sıcaklığın etkisiyle, günümüzdekine oranla çok daha geniştiler. Zamanla soğuduklarında küçüldüler. Oluşum aşamalarının sonlarına doğru, gezegenleri oluşturan gaz ve tozun artakalanı onların çevrelerinde dönmeyi sürdürüyordu. Zamanla, gazın büyük bölümü ya gezegenlerce yutuldu ya da dağıldı. Kalan toz ve bir miktar gaz, küçük bir Güneş Sistemi gibi, bir araya gelerek uyduları oluşturdular.

Uyduların çoğu yukarıda söz ettiğimiz biçimde oluşmuş olsa da, bazı uyduların gezegenler tarafından sonradan yakalanmış oldukları düşünülüyor. Bu uydular ya çok elips biçimli yörüngelerde dolanıyorlar ya da dönme düzlemleri farklı. Bu uydular arasında, Phoebe, Triton ve pek çok küçük uydu var. Mars'ın uyduları Phobos ve Deimos da öyle.

Bizim doğal uydumuz Ay'ın oluşumu başlı başına bir öykü. Ay'ın oluşumu üzerine ortaya konan en iyi varsayım, onun Dünya'ya çarpan bir gezegenimsi tarafından koparıldığı şeklinde. Çarpışma, Dünya'dan önemli miktarda erimiş kaya ve gazı kopararak, çevresine dağıttı. Bu maddenin bir bölümü Dünya'ya geri düşerken, bir bölümü de uzaya saçıldı.

Roche sınırı denen ve Dünya'nın yüzeyine yaklaşık 10 bin km'den uzakta kalan cisimler, yörüngeye girdiler ve topaklaşmaya başladılar. (Roche sınırı altında kalan cisimler, gezegenin güçlü kütleçekimi etkisinden dolayı bir araya gelemezler.) Zamanla, parçalar bir araya geldi ve Ay oluştu.

Kuyrukluyıldızlar

 "Güneş Sistemi nerede bitiyor" sorusuna verilen geleneksel cevap, Plüton'un yörüngesidir genellikle. Buna karşın, günümüzde biliyoruz ki, Güneş Sistemi'nin sınırları çok daha ötelere gidiyor. Günümüzden yaklaşık 50 yıl önce, Kenneth Edgeworth ve Gerard Kuiper, birbirlerinden bağımsız olarak, Plüton'un yörüngesi civarında, gezegenleri oluşturan maddeden artakalan bir kuşak bulunması gerektiğini öngördüler. 

Nitekim, son yıllarda yapılan teleskoplu gözlemler, bu cisimlerin varlığını kanıtladı. Bu kuşakta, her biri yaklaşık bir kilometre ya da daha büyük çaplı, 200 milyon gökcismi olduğunu hesapladı. Kuiper Kuşağı olarak adlandırılan bu kuşak, Plüton ve uydusu Charon'u da içeriyor. Büyük olasılıkla Neptün'ün uydusu Triton da bir zamanlar bu kuşağın üyesiydi. Triton ve bu iki uydu, bu kuşağın en büyük üyeleri olmalı.

Kuşaktaki gökcisimlerinin yörüngelerinden çıkıp iç Güneş Sistemi'ne yönelmelerini sağlayan etki kendi aralarındaki çarpışmaların yarattığı kararsızlıklardır. Kısa dönemli kuyrukluyıldızlar, büyük olasılıkla Kuiper Kuşağından gelirler. Uzun dönemli kuyrukluyıldızların geldiği başka bir bölge daha olmalı. 1950 yılında, gökbilimci Jan Hendrick Oort, bu cisimlerin kaynağıyla ilgili bir varsayım ortaya attı.

Oort'a göre, uzun dönemli kuyrukluyıldızlar, Güneş'i küresel biçimde çevreleyen bir bölgeden geliyorlardı. Oort Bulutu olarak adlandırılan bu bölge hiç görülmediyse de, yakınlarımıza gelen uzun dönemli kuyrukluyıldızların yörüngelerine baktığımızda, bizi oraya götürüyor.

Oort Bulutu'nun oluşumu şöyle anlatılıyor: Dev gezegenler, özellikle de Jüpiter, yakınlarından geçen gezegenimsileri çok basık yörüngelere yerleştirir. Hatta bazen bu cisimler, Güneş'in çekim kuvvetinden kurtularak bir daha dönmemek üzere yıldızlararası ortama gönderilirler. Ancak, büyük bir kısmı, Güneş'in çekim etkisinden kurtulamaz ve basık, elips biçimli yörüngelerinde dönerler.

Güneş'ten uzak olduklarında, hızları da azaldığından, zamanlarının büyük bölümünü, yörüngelerinin uzak yarısında, yani Oort Bulutu'nda geçirirler. Oort Bulutu'nun dış sınırının yarıçapı, yani Güneş'e uzaklığı yaklaşık bir ışık yılıdır. İşte, bu uzaklıktan sonra, Güneş Sistemi'nin bittiğini; yıldızlararası ortamın başladığını söyleyebiliriz.


 

 
 
  Kemal'in Dünyası  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol